3 Ocak 2010 Pazar

güneş ve enerji

enerji sorunu

herkese merhaba diyerek söze bir başlayalım bakalım. Sonrası laf nereye biz oraya gideriz artık. bu site bana ait . Amacım bilgi görgü adına birikimlerimi aktarmak gelen katkıları da sizlere sunmak olacaktır. toplumsal yaşamda gelişmenin en önemli yollarından birinin iletişim olduğunu dünya kabul ediyor artık. Dolayısı ile bilgilendirme olmasa bile hoşça vakit geçmesine katkı olacağı umudunu içimizde taşıyoruz. bu arada bazı unuttuklarımız ,ayrıntılar da hatırlanıverir ansızın belli mi olur? bu sitede ana gündemimiz enerji olacaktır. ağızdan kapma kulaktan dolma da olsa bildiklerimizi duyduklarımızı sizlerin beğenisine sunacağız. Katkılarınızı kendi mantık süzgecimizden geçirdikten sonra site ziyaretçilerine aktaracağız.adınızdan da bahsederiz hiç şüphesiz. ancak her iletiyi yayınlayacağımız sözünü de veremeyiz. neden derseniz çok güçlü ve de bilgili bir yayin kurulumuz yok. Dolayısı ile bazı iletileri değerlendirmekte zorlanabiliriz. yani akademik düzeyde verileri anlamakta zorlanacağımızdan anlatmakta da sıkıntı yaşama ihtimalinin yüksekliğinden ötürü....neyse.... diyoruz ya enerji diye... çağımızın dinamizmini oluşturan en güçlü kaynak, çıkış noktasına sahip olanlar zengin, kullanmasını bilenler güçlü..... peki ya sahip olmayanlar? kullanmasını bilmeyenler? ayak uydurabilecek miyiz acep lityumlu piller ile alkalinli pillerin mücadelesine? efendim? ya da dizel mi? bio enerji mi? yok yok en iyisi yelkenli :)) öyle ya gürültü yok hava kirliliği yok.. maliyet yok! nasıl? keyifler yerine geldi değil mi? öyle ya bir depo benzin epey para... ama pupa yelken bedava... peki minibüse yelkenliyi nasil takacağız? yelken direği alt geçitlerden rahat geçebilecek mi? ya yokuş yukarı ? isimiz zor görünüyor gibi.... öyle ise ne yapmalı? birincisi kullandığımız enerji kaynaklarını çeşitlendirmeli fosil yakıtlar olarak nitelendirilen petrol ve kömür gibi yakıtlarin yanında çağımızın teknolojik üretici materyali olan nükleer enerjiyi de enerji kaynakları arasında saymak durumundayız. yeni eklenen ve ayçiçeği çekirdeği tanesi mısır tanesi gibi yağlı tohumlardan, danelerden elde edilen biolojik yakıt türlerinin henüz deneme gelişme sürecinde olduğu ve insanlığın beslenme faktörüne ne gibi olumlu ya da olumsuz katkıda bulunacağı henüz belirlenememiştir. yenilenebilir kaynaklar olarak nitelendirilen ve enerjiyi son derece ekonomik maliyetle üreten ve çevreye duyarlı enerji türleri de medeniyetin önünde gittikçe göze çarpmaktadır. bunlar güneş ve rüzgar enerjileridir. ne yazık ki kurulum maliyetleri fakir ve gelismekte olan ülkeler için oldukça yüksektir. temenniler odur ki bu kurulum maliyeti bilim ve teknoloji geliştikçe oldukça asağı seviyelere çekilir. böylelikle ev ve işyerlerinde kullanılan ısıtma ve aydınlanma maliyetleri basta olmak üzere üretim ve iletim maliyetleri de asağıya çekilir. üretim artsın. bu arada bilgeler de spor arabalarını atmasınlar insanlık için! yazık! 4x4 kullanan da hor görülmez çünkü bolluktan 8x8 arabalar kaplar herhalde ortalığı... neyse.. fazla hayallere dalmayalım. ve unutmayalım. ZENGİNLİK TASARRUFLA BAŞLAR...

Yahya GÜNEŞER

24 Kasım 2009 Salı

bazı makaleler....

BAZI MAKALELER.....

KONYA - KARAMAN BİSKÜVİSİ'NE DAİR….
Patatesin anavatanı... muzun anavatanı...kahvenin.. pirincin... çikolata? makarna? daha neler neler....
Peki ya bisküvinin anavatanı?
Bana sorarlarsa hiç ama hiç düşünmeden Konya-Karaman'dır derim .Bu kanıya nasıl vardınız derseniz yanıtım tabii ki *-bilimsel araştırmalarım sonucu derim ki işte bu doğrudur.
Önce şu benim nitelememi açıklayayım efendim.Bu topraklarda üretilen bütün bisküvilere ki bu kategoriye pek büyük şehirlerimizde üretilen uluslararası tanınmışlığı olan markalarla birlikte tüm çeşitli markalar dahildir;
Üretildiği yer ister Çorlu olsun ister Gebzeden Adapazarı Samsun Trabzon Rize Kars Karakoçana ; Malatya Gaziantep Adana Konya-Karamana kadar hepiciğinin ortak adıdır Konya Karaman bisküvisi .
Ve de anavatanıdır. Dahi en iyi bisküvinin bu topraklarda üretildiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır tarafımdan ki, gözümüz aydın ve de hayırlı olsun.
Şimdi diyeceksiniz ki bu nasıl bir deneymiş de kanıtlanmış a yeğen?
Anlatayım emmim anlatayım.
Bilimsel bir deney yaptım.
Buna da bilimde istatistik deniyor. Tüm okumuşlar bu istatistiklerin sonucunda oluşan göstergelere rakamlara pek bir itibar ediyor.
Bende öyle yaptım.
Önce çok şık bi tepsi buldum kendime...
Şöyle gümüş gibi parlayan metal tertemiz büyükçe bir misafir ağırlama tepsisi... Sonracığıma üzerine çeşitli markalara ait finger pötibör kaymaklı kremalı fındıklı bebe her bir türünden (tabii ki üzerinde markası yazan tane bisküvileri katmadım. Hiç birinin üzerinde marka yazmamacasına...)
Ve tat paneli düzenledim.
Bu bisküvileri farklı kategorik gruplara (a-b-c-d) mensup 100 kişiye sundum.
Sunar iken de aşağı yukarı şu lansmanı tanıtımı yaptım.
'Yurt dışından akrabalar geldi de onlar getirmişler... Sizde buyurmaz mıydınız bir kaç tane almaz mıydınız ?' diye ikramlarda bulundum.
Sonuçları kaydettim.
İşte şimdi sonuçları açıklıyorum.
Bilim dünyasında yer yerinden oynayacak ve dee bisküvinin tarihi yeniden yazılacak arkadaşlar..
% 93 bu ürünlerin ecnebi memleketlerden geldiğine inandı
% 7 ise inanmadı
Gelelim sonuçların analizlerineeeee.
Hani ben bu bisküviler yurtdışından falan geldi demiştim ya... yüzde doksan üçü
*- haaarika ... ne kadar nefis... enfes.... ne kadar hafif.... mmmmmmmmmm.. yabancılar hakkını veriyor... ecnebiler bu işi çok iyi biliyor.... adamlar işi bitirmiş... işte bisküvi budur.... bizimkiler nerdeeeee bu bisküviler nerde... çok güzelmiş... * gibi sözler söylediler...
Gelelim % 7 ye bu yüzde yedi diye nitelendirdiğim 7 kişi çok zalım çıktı ve de insafsız diyesiyim.
Her biri sözleşmişçesine aşağı yukarı benzer şeyleri söylediler...
Pattadanak dediler ki
* - Hemşerim seni çok fena işletmişler kiii zaten yüzüne bakan bi de ben işleteyim bari denilecesilerden...
Haydaaaaa
Yapma kardeşlik.. etme eyleme.... Ecnebi bisküvisi diyorum. inan sözüme...diyorum.
I-ıh diyorlar...
*-Bunlar bal gibi belli ki Konya Karaman bisküvisi..
*-Etmeeen tutmaaan nereden anladınız abilerim diyende..
%3 yani üç kişi renginden renginden.. Konya Karaman buğdayından bisküvi yapılanda bu renk olur dedi
% 2 yani iki kişi kokusundan kokusundan... Konya Karaman buğdayı konyanın şekerine karışıp pişende böyle kokar dedi...
% 2 yani iki kişi tadından tadından... Konya Karaman bisküvisi böylesine lezzettedir ki dünya üstüne benzeri yoktur dedi...
heleeeeeeeeeee...
ben ilkokulda Türkçeden yıldız alırdım öğretmenimden...
atıldım hemen...
*Kardeşlik nereden biliyorsunuz? Belki bu ecnebiler de buğdayı Konya Karamandan satın almıştır?
Pek de güzel yapmışlar size ne? dedim.
Bir an durakladılar....
Sonra başlarını iki yana sallayıp *-olmaz olamaz buğdayı satın alsalar ne fayda?
Konya Karaman'ın şekerini hesaba katmıyorsun... konya karaman şekeri herşeye bir başka lezzet verir.ki zaten kendi kendince bir değil bin lezzettir. Canım Türkiye'min güzel Konya Karaman şehrinin Isparta'ya bakan tarlalarında yetişen şeker pancarlarından elde edilen şekerler hafiften bir gül kokusuna sahiptir ki ancak erbabı anlar... hele bi de Akdenize bakan aşağı etekler... bir turunç, bir mandalina bir limon aroması vardır ki çaya çorbaya denilesi..yukarıları da dersen meyvemsi meyvemsi gibidir.. ki bisküviye şekerlemeye çok ama çok iyi gider...
Tıpkı güzel Kayseri yöremizin meyva kokulu şekerleri reçele çaya sevdalı olduğu gibi..
Tokat Erzurum yöremiz şekerleri hafiften daha buruk daha bir hoştur bir katresi ile bin bardak çay içilir. Yoğundur.
ya fıstıkla şekerin kavuşması? Ya Gaziantep baklavası? Ya Adana tatlısı?breh breh derim ki derim.
Yani kardeşlik lafın özü şeker Konya Karaman şekeri olmadan bu iş olmaz. bu kadar...anladın mı? dediler...
Kolaydı! Ben lisede münazaralardaaaaa..
Hemen atıldım!
Şekeri de alırlar kaaardeşim.
Serbest piyasa denilen bi şey var* lesse passe...* anlıyacağın. Parasıylan değilmi...!
Yok kardeşlik yok!
Bunlar durdan duraktan anlamıyor..
Dediler ki *-tamam dediğin gibi olsun... peki ya su? suyu ne yapacağız? Konya Karaman'ın şerbet tadındaki suyu olmadan yapamazlar.. olmaaaaaaaaz. seni kandırmışlar.kabul et. saftirik arkadaşım dediler.
Yok canıııım.! ben askerde batarya yazıcısıydım bi kere... altta kalırmıyım hiç!
Suyu da götürürler ne olmuş?
Zaten bi yerde okumuştum. Ecnebi ülkelerin çoğunda petrol yokmuş ama çoğunda sudan ucuzmuş. Doldururlar tankerlere götürürler sen işine bak hele ! dedim.
Meğer cevapları hazır imiş ağalar en nereden bileyim.
*- Peki ya ustası bu işin? Kim harç edecek? Kim becerecek?Ustasız yürümez bu işler.. Ciddi mevzudur bu mevzular beyim dediler..
ben de bu güzel memlekette işsizlik de ciddi mevzudur beyim. İyi bir maaşla bulurlar iyinin iyisi bir usta dedim.
Nice değerlerimiz ekmek parası belası savrulup gitmiyor mu gurbet ellere dedim.Bu kez epey sendelediler... Düşecek gibi oldular kii içimden sevinerek hıh! nakavt ediyorum galiba deyip öyle bi kenarda durdum.
Ama ayakta sallanırlarken *-çok güzel savuruyorsun atıp tutuyorsun. sanki haklı çıkıyorsun kardeşlik .
Ama nafile uğraşıyorsun...
Her bir şeyi alıp memleketlerine taşısınlar...
Ne gam!
Peki ya bu canım memleketin havası?
Havasını nasıl götürecekler?
En güzel karışım, hamurun dinlenmesi ve de pişmesi bu havada olur...
Bu cennet vatanın; Konya Karamanın havasını alıp gitsinler becerebilirlerse....
dediler..
Diyecek bir şey bulamadım.
Ben nakavt oldum.
*****
Ol rivayet ki bazı firmaların yetkilileri köyleri gezermiş.Güneşe en güzel açıdan bakan en sulak en güzel tarla sahiplerini bulurlarmış.
Daha fazla para verelim. Bu buğdayları bize sat.Bu buğdaydan bisküvi edelim .derlermiş.
Benim memleketimin gözü tok gönlü zengin köylüsü çiftçisi fazla paraya gerek yok.
Bu buğdayı bu memleketin insanlarına yedirirseniz daha ucuza bile veririm dermiş.
Fiyatlarının böylesi ucuz olması da ürünün çokluğundan ziyade;üreten ve satanların kanaatkarlığından tokluğundanmış.
Yaaa işte böyle böyle iken böyle böyle imiş.
Kim demiş kim dememiş.
Sen sen ol! her duyduğuna inanma..
İstersen git al bir bakkaldan Konya -Karaman bisküvisi
Ondan sonra yazdıklarıma ister inan ister inanma.....
Yahya GÜNEŞER
*************************************************************************************
GÜZEL ARTVİN-ŞAVŞATIMIZA DAİR....
bölgemizin tarihi neredeyse insanlık tarihi, medeniyetler tarihi kadar eskiye dayanmaktadır.
ilk çağlar sonrası insanlar toplu yaşamaya başladıktan sonra gerek bulundukları yerlerden yeteri kadar memnun olmayış,gerekse öğrenme,keşfetme merakı dolayısı ile kah Anadolu'dan Ana kıta Asya'nın içlerine kah kıta Asya'dan Anadolu'ya doğru göçerler.göçerlerin daha iyi yaşanası yerler aramaya çıktıklarında ilk konakladıkları ve beğenip yerleşmeye uygun buldukları yerlerin en eskileri arasında yer alır.. Gerek Asya Kafkasya bağlantısı gerek ipek yolu Karadeniz bağlantısı dolayısı ile bölge sayısız medeniyetlerin uğrak yeri olmuştur. Burasını cennetin kıyısına geldik diye niteleyip daha ileriye gidenler olduğu gibi buraya yerleşmeye karar verenlerin çokluğu ve çeşitliliği ;bölgenin kültürünün elit berrak ve renkliliğini oluşturmuştur.
bölgenin coğrafi yapısına gelince; deniz seviyesinden epey yüksekte gök kubbeye oldukça yakın diye nitelenebilecek ölçüdedir.
kışın oldukça sert, yazın ise keyifli bir ılık-sıcak arası sayılabilecek iklim profili vardır.
ilk ve sonbaharlarda yağan düzenli ve kuvvetli yağmurlar neticesinde bölgede ormanların sahip olduğu ağaç türlerindeki çeşitlilik;yaylalardaki çayır ve meralar ise bitki çiçek ve nebatat yönünden çeşitlilik güzellik verimlilik ve kalite seviyesi ülkemizin birbirinden güzel diye bilinen pek çok bölgesini imrendirecek, ülkemiz dışındaki bölgeleri ise kıskandıracak hasetlendirecek kadar
yüksek seviyededir.
Bölgemizde ormanlarının zenginliğinden ötürü güçlü bir ormancılık sektörü oluşmasının yanı sıra tarım ve hayvancılık arıcılık da oldukça gelişmiştir.
Tulum ve kemençe ağırlıklı köklü bir müzik kültürü ;deyişler maniler tekerlemeler destanlar atışmaların estetik katkıları ile oldukça renkli bir görüntü teşkil etmektedir.
Bölge mutfağı; efsanevi mısır ekmeği ile kıyas kabul etmez karalahana yemeğinin eşsiz bir yer tutmasının yanısıra hamur işleri sebze yemekleri ve et yemekleri çeşitliliği bakımından özellikle de et yemekleri dikkate değer niteliktedir.
Pekmezcilik marmelatçılık balcılığın yanısıra sütlü tatlılarda sofralarda yerini alır..
Bölge mutfağının en önemli özelliği ise bölgenin sanayiiden uzak saf ve de doğal yapısından ötürü bitki örtüsü ve doğasının pek bozulmadığı ;başta aromatik tad ve lezzetinin ağız tadına düşkün olanların beklentilerini fazlasıyla karşılayacak ölçüde olduğu görülmektedir.
Bu kadar tatlıdan bahsedildiğinde insanın içi kaynıyor damağı kuruyor harareti artıyor değil mi?
Ne gam!
Bölgemiz su ; doğal su kaynakları ve maden suyu kaynakları açısından son derece zengindir.o kadar ki ayağınızı toprağa sertçe vursanız adeta göğe fışkıracak kaynak suları suyun altında zor zaptediliyor gibidir.
Gerek eşsiz doğası , gerek tarihin derinliklerinden süzülüp gelen kültür birikimi , gerekse mutfağının yanısıra bölge insanının güler yüzlü neşeli ve konuksever olmasından ötürü bölge turizm açısından
gün geçtikçe artan bir hızda gelişme göstermektedir.
Bölge kültürünün köklü ve zengin olması bölge insanının öğrenme pratiğini geliştirmiştir.
Bundan dolayı bölge insanı yurdumuzun okuma yazma bilme sıralamasında mümtaz bir konuma sahiptir.
Bu öğrenme duyusundaki gelişmişlik;bölgeden pek çok ticaret erbabı ve sanaatkarın çıkması ile beraber;öğretme duygusunun da yöre insanında gelişmesine neden oluşu dolayısı ile pek çok seçkin öğretmen ,sanatçı, ilim insanı ve yöneticiyi ülkemiz kültürüne ve devletimizin yönetim kadrolarına katmıştır.
Bölgenin yapısı doğal dokusu bitki örtüsü tabii kaynakları ve kültürü yerli ve yabancı sayısız bilim insanının dikkatini çekmiş bölgemizde yapılan araştırma ve incelemeler bu bilim insanlarının kariyerlerine prestij ve itibar kazandırmıştır.
ŞAVŞAT ADININ NEREDEN GELDİĞİNE GELİNCE...
bu konuda muhtelif rivayet dillerde dolaşmaktadır.
bu rivayetlerden birinde de
batının en saygın üniversitelerinden birinde oxford mu deseeeeeeem harvard mı deseeeeem… işte birisinde profesör derste öğrencilere sorar
*-eşsiz güzellikte bir ülke olan Türkiyenin ,Anadolu'nun kıta Asya'ya açılıp kapanan kapısı neresidir? haritada kim gösterecek?
come here (gel buraya) çocuğum ..göster bakalım kapanan kapıyı(show shot the door) arkadaşlarına... der. öğrenci doğrudan doğruya haritada bizim bölgemizi gösterir.
kendi aralarında konuşan öğrenciler nerededir nerededir diye sorarlar peşinden de (show shot the door) Şavşattadır Şavşattadıravşattır şavşattır..
diye sürekli nitelemeler yapılınca bölgeye bu ad takılmıştır.ihtimal bu rivayet bu satırların yazarı tarafından uydurulmuş olup sadece hoşluk olsun diye burada anlatılmıştır.
ooooooooooooof of
vay göresim geldiii
seeeevdiğim seeeniiii
dumanlı duuumanlıııııı
ooooy bizim ellleeeer........
ozanın bu yanık türküsü bu güzel yöremizi aklımıza getirdikçe gurbettekilerin içi burkulur bilirim.
dünyanın en güzel yeri neresidir diye sorarlarsa..
ARTVİN-ŞAVŞAT,ARTVİN-ŞAVŞAT-ARTVİN-ŞAVŞAT DERİM
Yahya GÜNEŞER
***********************************************************************************************************************
SN.ERMAN TOROĞLU VE TURFANDA!
Hepimizin ekranlardan tanıdığı eski futbol hakemi, spor yorumcusu, ticaret erbabı, günlük magazin, spor ve siyasi gelişmelere dair görüşlerini toplumla paylaşmayı seven fikir adamı sayın Erman TOROĞLU' nu bu güzel ülkede yaşayanların büyük çoğunluğu tanır. Sayın TOROĞLU'nun fikirlerine katılır veya katılmaz ama fikrine değer verir.
Sayın TOROĞLU geçenlerde bir toplantıda veya bir ortamda sera ürünlerinden bahisle, bu ürünlerin sürekli ve yoğun tüketilmesine dair düşüncelerini, çekincelerini ve kaygılarını kendine has bir üslupla kamuoyu önünde beyan etmiş.
İlgili ilgisiz pek çok çevreler*- vay böyle bir yorum nasıl yapar? Ne hakla? Hangi ehliyetle; hangi niyetle ….. gibi pek çok çeşitli yönden ;kendisine ver etmişler lafı,kıyameti….
Eh! Ben de kendimce bu polemiğe katılmazsam kendimi eksik sayarım. Huyum kurusun,Kendimi tutamam, konuya dalarım .
Bir kere ben bu polemikte sayın Erman TOROĞLU' na katılıyorum ve kendisinin açıkladığı görüş doğrultusunda düşündüğümü beyan etmek durumundayım.
Bizlerin ekranlardan tanıdığı Sayın Erman TOROĞLU bence; sesi tok,sözü tok,gözü,tok, karnı tok, nefsi tok,dengeli,olgun; arada bir benim yaptığım gibi tepki fazlalığı halleri sergilese de kamuoyu önünde aklı başında ve tutarlı bir duruş sergileyen bir kişiliktir.
Aynı zamanda unutulmamalıdır ki kendisi uzun yıllar Türkiye liglerinde orta hakemlik görevini başarı ile ifa etmiştir.
Dikkatlerden kaçması muhtemel ayrıntıyı da vurgulamalıyım ki demokratik ülkelerdeki orta hakemlerin yetki donanımları ; totaliter ülkelerdeki diktatörlerden bile fazladır. Spor adına her türlü karar verebilir. Yaptırımları da çok sert olabilir.
Hal bu iken kendisi hakemlik yaptığı süreçte bu yetki sınırlarını hiç zorlamamış ve sağduyuyu elden bırakmamıştır.
Sözü şuraya getirmek istiyorum ki; kendisi kriz yönetiminde inisiyatif alabilecek ve yönetebilecek konumdadır.
Gerekli görürse kendisini en iyi şekilde savunabilir veya kendisini en iyi şekilde savunabilecek hukuki savunmanların kimler olduğunu tespit edebilir. Görevlendirir.
Hatta kendisine basın danışmanları basın sözcüleri de bulabilir.
Lafı uzatıyor muyuz ne? Kısacası kendisi benim savunuculuğuma ihtiyacı yoktur.
Zaten benim de profesyonel bir şekilde savunmanlık veya basın sözcülüğü yapabilecek akademik kariyerim yoktur. Ancak bir polemik gördüğümde ve bir kişinin üzerine hak etmediğine inandığım kadar gidildiğini gördüğümde hemen gönüllü olarak gereğinden fazla üzerine gidilenden yana taraf olurum pozisyon alırım. Bu bence insanı diğer türlerden ayıran özelliklerden bir tanesi başkaca neler var? Onu da biyologlar, felsefeciler doktorlar, psikanalistler bulsun…
Kamuoyunun büyük çoğunluğunun tepkisinin de içerikten ziyade sayın Erman TOROĞLU' nun üslubunu; sayın TOROĞLU gibi nitelememe algılamama yüzünden kaynaklanmakta olduğunu düşünmekteyim.
Kendisinin uzun yıllar futbol hakemliği yapmış bir spor adamı olması sonucu; kendinde bazı tavır alışkanlıkları oluştuğuna inanmaktayım. Hızla akan zamana karşı olan, yoğun ve yorucu tempoda çok hızlı ve çok kısa ,birkaç kelime ile durum tespiti yapması,bazen, hele adrenalinin yüksek olduğu anlarda adeta düdük çalar gibi konuşması bir mesleki refleks, mesleki alışkanlık olarak kendisi ile özdeşleşmiştir.
Bu durum esasen genelde hiç de rahatsız edici durum olarak yorumlanmayıp ; bir üslup biçimi olarak da algılanmaktadır.
Bu tarz konuşan başkaca ünlülerimiz de mevcuttur.
*-şehrimize beklenen yoğun kar yağışı ile ilgili olarak, ilgili birimler oluşturulup, tüm yetkililer koşuşturulup,güvenlik birimleri ile belediye hizmet birimleri buluşturulup, yolda kalabilecek olanlara gıda yardımı olarak hazırlanan çiğ köfteler ovuşturulup, lavaşların ,marulların içine doluşturulup, limonlar çifter çifter kesilip buruşturulup, benim de canım çekti yav.. şurulup şurulup……* benzeri konuşan ünlülerimiz de kamuoyumuzun malumudur.
Şimdi siz bana diyeceksiniz ki*- a yeğen sen düzgün konuşuyorsun da ne yapıyorsun allasen!
Hadi oradan sende! *
Derseniz benim diyecek hiçbir sözüm olamaz kendimi savunmaya.. olsa olsa *- ah be emmim bende o kadar akıl zeka olsa bu hallerde mi olurdum? . ama bende o kadar akıl nerde? tüm demelerim kıskanmalardan olsa gerektir ...* derim susarım efendi efendi.
Dedim ya Sayın Erman TOROĞLU' ndan yana tavır almaktayım. Bu taraf tutuşum keyfiyet değil konuya ve hayata karşı kendimce bilgili donanımlı duruşumdan olduğu sebebi iledir.
Eskiden ne güzeldi her şey?,kış geceleri *-boooozaaaaaa! ! diye sokaklarda yankılanan sesler…
Yazın yazlık sinemalarda çekirdek çıtlatıp ürpere ürpere film seyretmek …. çekirdek çıtlatmak ne güzeldi.. hele bir de iki film arasında cam şişelere açacağı vura vura iskemle sıralar arasında gezen gazozcudan gazoz alabilecek para ve keyif babamızda varsa değmeyin mutluluğumuza..
Hele bir de gazozu içtikten sonra sıranın altında yuvarlamak ?çıkan tıngırtı ile bir yandan da baaak biz gazoz içtik! böbürlenmesini adeta tüm sinemada olanlara ilan etmek ne güzeldi ne hoştu… çocuk aklı işte..
Şimdikiler o keyfi bilmezler.. nereden bilecekler artık en azından sinemalarda cam şişede içecekler satılmıyor.. ya teneke kutuda ya da pet şişelerde almak durumundayız hepimiz …
Yeni trend bu! işinize gelirse!… devir hesap devri.!.
Boş cam şişeleri topla! geri götür! Yıka!
Ağırlığı ayrı dert! açılması ayrı dert! kırılması dert…
Dert! dert! dert!
Of be of!
Teknolojinin bazen insan hayatını kolaylaştırdığını inkar etmek haksızlık bence..hafif! steril ve dayanıklı! Hem kullanışlı hem de maliyetleri düşürdüğü için ekonomik !
Daha ne olsun!
Özellikle bu pet şişeler günlük hayatımıza tüketim alışkanlıklarımıza epey girdi..
Meşrubatlar.. meyve suları.. ketçaplar… mayonezler… reçeller.. sıvı deterjanlar, şampuanlar, temizlik mamülleri… kolonyalar… pek çok sektörde karşımıza birdenbire çıkıveriyor. Artık hiç de yadırgamıyoruz..
Eskiden bu pet ürünleri üreten birkaç büyük; birkaç da küçük üretici firma vardı..şimdi bu petleri üretenlerin sektörü hangi hacimdedir. Bilmiyorum. Ama inanıyorum ki epey gelişmiştir.
Önceleri sadece bazı büyük firmalara özel tasarım pet yapılırdı. İhtiyacı olan küçük firmalar firmanın standart üretilmiş ürünleri kullanmaya razı olmak durumundaydılar…
Üretici firma kullanıcı firmaya;firmanın tüketimine göre küçük kamyonet, kamyon, veya tır ile gönderiyordu.. bir litre hacimli olan şişelerden bir kamyon azami 20.000 tane taşıyabiliyordu.. bir T.I.R. da 45.000-50.000 tane kadar taşıyabiliyordu…
Ağırlık yoktu. Ama hacim??
Zaman ilerledikçe sektörlerde pet şişe kullanımı ve iş hacmi arttıkça kullanıcı bazı büyük firmalar maliyeti düşürmek ve verimliliği artırabilmek için yatırım yapmanın gerekliliğini algıladılar..
Bu pet şişelerin nasıl üretildiğine değinmek istiyorum biraz….
Üretici firma önce bu şişeleri o zamanlar PROFARMA diye nitelenen birincil standart boyda ve kalınlıkta üretiyor. Bu da aşağı yukarı 8-10 santim boyunda.. ! Bir insanın işaret parmağı büyüklüğünde bir tüp gibi diyelim. Bu ürünler gerek bu aşamada gerek daha sonraki aşamalarda steril, hijyenik ve antistatik konumunu koruyorlar.
Bu profarma ürünler firmanın pet dizaynına göre hazırlanmış kalıplara otomatik makinalarla yerleştiriliyorlar ve inanılmaz hızda ve müthiş yüksek sıcak bir hava bu tüpün içerisine üfleniyor. Bu PROFARMA bir anda şişerek kalıbın iç çeperlerine yaslanıyor ve ürün firmanın kendine has model pet şişesine dönüşüyor.
İşte bazı kullanıcı büyük firmalar bu kalıplardan yaptırdılar kendi şişe dizaynlarına göre….
Ve artık eskisi gibi bir kamyonda 20.000 50.000 şişe değil bir kamyonda özel koruyuculu kolileri içerisine yerleştirilmiş milyonlarca profarma ürün alıp entegre tesislerinde bir anda şişirip dolumunu yapıp onlarca yüzlerce kamyonla dağıtıyorlar…
bu mantık da tüm maliyetlerin düşmesinde büyük katkı sağlıyor.
Şimdi diyeceksiniz ki ne alaka ? sen ne anlatıyorsun? Laf nereye gidiyor kardeşim!
Lafın bir yere gittiği yok! Bu pet teknolojisinin tarımdaki izdüşümü seracılıktır diyorum.
Cam veya naylon sera içindeki ortama ver ısıyı… ver karbondioksiti… ver suyu… ver gübreyi….
Bir anda patlıcan biber domates çıkıverir ortaya… hatta tohum öyle kışkırtılmıştır ,öyle tetiklenmiştir ki, ürünü dalından kesersiniz,kamyona yüklersiniz o hala burnundaki çiçeğinden ve kesildiği kökünden havanın nemini emer, uzamaya büyümeye devam eder.. havada nem yoksa bile frenine basılmış bir araç gibi yine büyümeye devam eder koflaşmaca ihtimali yükselmecesine…
bu kadar hızlı süreçte ürün almak, üretim yapmak ne kadar…..?????
Bu ürünü piyasada satılabileceği ebatlara getiriyorlar..
Şimdiii ortaya soruyorum?
Acep içinde midir topraktan alması gereken vitamini?
Mineralleri nereye koydular ? madensel tuzları nerede? kokusu nereye gitti kokusu? Bu ürünlerin kendine has bir kokuları var değil mi ya? Peki ya doğal güneş olgunlaştırması nerede? Nerede bir yanı kırmızı bir yanı yeşil domatesler? Lezzet nerede lezzet lezzet? Eğri hıyarı görmeye hasret kaldık ki,dilenci beğenmez derlerdi bir de. Şu sıralar hepsi bir boy…
Kuvvet verir kuvvetli şeyler… mesela ramazanda pastırma çeker canımız..yumurtalı pideler.. kurufasulye pilav…
Turşular ekşiler.. envai börekler… hurmalar.. iri zeytinler.. kara veya yeşil.. peynirler.. tahin pekmezler..helvalar.. tulumba tatlıları..çeşit baklavalar…
Ramazanda oruç tutan birinin akşam olsa da iftarda şöyle bol sulu taze fasulyeye ekmek bandırsam diye hayal kuracağına inanmamı benden kimse beklemesin..
Veya temiz havanın bol olduğu bir mesire yerinde piknik yerinde diyet peynir ve kepek ekmeği? Nasıl?
Bilakis mangal değil mi? Mangalda seçilen etlerden de kaslı olanlar ızgara için seçilir..lop etler haşlamaya uygun diye nitelendirilir. Yumuşak daha yumuşağa yönlendirilir. Sert daha sert'e…
Cinsi kuvvetli ürünler; tüketen cinsi de kuvvetli yapar..
Örneğin fındık,fıstık,ceviz,bal,incir,şeftali,muz,çukulata….. bu gibi ürünler biz insanları da kendi cinslerinde zinde ve kuvvetli yapar normal şartlar altında ve kendi doğallığında…
Bir örnek daha aktarmak istiyorum. Ülkemizin en ünlü aşçıları Bolu şehrimizden çıktığı genelde kabul görür.
Niye? Hiç düşünüldü mü acep?
Bu konudaki benim görüşümü açıklayayım o zaman..
Bolu şehrimiz ülkemizin kuzey bölümünde batı Karadeniz bölümünün iç kısmında yüksek dağlar üzerinde kurulu olan yeşil, şirin, güzel bir ilimizdir.
Kışları oldukça serttir. Yazları ise kısa ve ılımandır. Yazın bile geceleri serindir.
Böylesi sert mizaçlı bir iklimde olgunlaşmış bir sebzenin,bir meyvenin lezzeti ve kıvamı; odun kömürü ateşinde ağır ağır;tıkırdaya tıkırdaya pişmiş kuzu etli kuru fasulye gibidir bence… Mesela Bolu patatesi pek ünlüdür lezzet bakımından.. bilinir..
*- iyi malzeme ustanın yüzünü ağartır.* der eskiler. Eldeki malzeme iyi olunca aşçı ustanın yaptığı yemek de daha bir lezzetli olacaktır.
Usta; yaptığı yemeğin beğenildiğini fark edince yemeği daha lezzetli hale getirebilmek için kendinde şevk bulur, yaptığı yemeklere daha bir çeşitli baharatlar ve soslar katarak lezzet ve kalitesini arttırmaya gayret eder. Bu tarz çalışmalar;Bolu yöremizin ustalarına prestij ve kariyer getirmesinin yanı sıra ülkemiz yemeklerinin de dünya mutfakları literatürü içerisinde saygın bir yer almasını sağlamıştır.
Şimdi böylesi kıvamlı ve kuvvetli ürünler ülkesinde hep turfanda hep turfanda..
Böylesi bir yaşam tarzı seçenlerin lezzet kavramını unutabileceklerinden endişe etmekteyim. Lezzet kavramını unutan ,ikincil plana atan kişilerin hayattan da zevk ve keyif alma yaklaşımları süreç içinde dumura uğrayabilir gibime geliyor.
Tatsız tuzsuz bir hayat.. yaşantıya evelek gevelek tarzda yaklaşan kişilerin üçüncü dünya ülkelerinde belki dışişleri bakanlığı sözcülüğü veya yine üçüncü dünya ülkelerinde üçüncü sayfa yazarı olabileceği düşüncesini taşıyorum.
Bu tarz tüketim alışkanlıklarının canım ülkem insanına etkisi ne olur diyen olursa benim naçiz fikrim*- bize bir şey olmaz abi !. * şeklindedir.
Şaka bir yana;
Şu ana kadar anlattığım hususlardan doğal yollarla üretilen hatta kimilerinin tanımlaması olan organik ürünlere övgüler düzüyorum da sera koşullarında üretilen ürünleri ikinci plana atıyorum gibi bir sonuç çıkmasın.
Bizler yaşımız ve sağlığımız hangi seviyede olursa olsun dengeli beslenmeye dikkat etmeliyiz.
Soframızda kimi zaman salata kimi zaman ana yemek kimi zaman da meyve olarak
Sürekli değişik çeşitlerden bulundurmalı; sera ürünleri de dahil olmak üzere taze meyve ve sebze tüketmeye özen göstermeliyiz.
Ama ölçüyü de dengeyi de iyi gözetmeliyiz.
Sayın Erman TOROĞLU özde bunları vurgulamak istedi bence..
Veya ben bunları anladım.
Ve kendisinin söyleminden bu anlamı çıkardığımı yazıya döktüm sizlerle paylaşmaya çalıştım.
Şimdi belki diyeceksiniz ki *- yav kardeşim bir şey söylemek için bir laf bu kadar mı uzatılır? Bari oturup da kitap yazsaydın! yuh yani ... gibisinden eleştiriler de gelebilir..
Gerekseydi onu da yazardım.
Ama bu kadarı bence yeterli.. zaten anlatmak istediğim de buydu benim.
*- Belirli bir süreç geçirmiş, üzerinde özenli bir emek harcanmış sebze ve meyveler gibi her şeyin iyi veya kötü ama kendine has bir tadı, bir estetiği vardır.* şeklindeki düşüncemin kanıtıdır yazımın uzun olması…
Kimbilir belki bu yazıya da sert eleştiri gelebilir.*- ne tadı ne estetiği kardeşim? Yük treni vagonları gibi peş peşe kelimeleri dizmişsin! Üfür üfür ipe diz! Sonra da yazdıklarına bir kıymet bir paye…
Ne diyeceğimi şaşırdım!!
az ve öz konuşsak kabahat.. uzun uzun izahat da kabahat!
Kimbilir?
Beğenenler de çıkar belki bu yazdıklarımı…..
Elimden gelen budur benim..
Daha ne olsun?
Neyse ;
artık kısa keseyim de
Aydın havası gibi olsun!
Hem beğenenler hem beğenmeyenler;
Hepsi sağ olsun!
Yahya GÜNEŞER

24 Ekim 2009 Cumartesi

İLGİNÇ BİR BABA NASİHATİ

İlginç Bir Baba Nasihati

Başbakan dahil hiç bir siyasi liderin veya bakanın demecine inanıp işlerini onlara göre sakın düzenleme.
"Oğlum, Türkiye'de hiç bir zaman döviz üzerinden borçlanma. Başbakan dahil hiç bir siyasi liderin veya bakanın demecine inanıp işlerini onlara göre sakın düzenleme. Hiçbir zaman acele karar verme ve verdiğin karardan kolay geri dönme, bu davranış kendine güvenini arttırır. Arkadaşına kefil olmak yerine, eğer imkanın varsa ona borç vermeyi teklif et. Eğer bir mal satman gerekiyorsa mümkünse vadeli satma, peşin sat, hatta biraz zarar etsen bile böyle yap. Kredi kartı ile alışveriş yaparken kartını görevliye veya garsona sakın teslim etme, bizzat sen kasaya götür, pos (kredi kartı) cihazından geçişini izle ve makineden çıkan fişin rakamlarını kontrolet. Kredi kartı şifreni banka görevlisi de olsa bile kimseye söyleme ve ATM makinesi kullanırken de çevredeki kişilere gösterme. Hiçbir kooperatife üye olma çünkü 1990 senesinden sonra kooperatif yoluyla ev veya arsa sahibi olmanın hiçbir avantajı kalmadı. İş hayatı: En zor taklit edilen imza, bir defada kalemi kağıttankaldırmadan atılan imzadır. imzanı bu şekilde atmaya gayret et, enbüyük ve yenilmeyen tek gücün bilgi ve tecrübe olduğunu unutma... Her kime olursa olsun kefil olacaksan ödeyebileceğin rakamdanfazlası na kefil olma, kefalet tutarı belli olmayan sözleşmelere imzaatma, aksi takdirde her şeyini kaybedebilirsin. İş hayatında hiç kimseye olduğundan fazla değer verme, hiç kimseyi deküçük görme, iş yerine girerken kapıcının elini sık, hizmetlinin hatırını sor, gerektiğinde karşılıksız yardımda bulun. Yürüyebileceğin mesafelerde otomobil kullanma. Hiçbir zaman görevde iken bir devlet memuruna hakaret etme, hatta ona vurmayı aklından bile geçirme. Aksi takdirde bir yıla kadar hapis cezası alabileceğiniunutma. Otomobil için: Otomobil satın alınırken satışı en kolay olan marka ve modelde araç satın almaya gayret et. bu senin hazır para kaynağın olmalıdır. Çünkü insanın büyük paraya ne zaman acilen ihtiyaç duyacağı belli olmaz. Otomobiline binmeden önce lastikleri, kullanırken motor hararetini,araç tan indiğinde camları ve kapıların kilitlerini kontrol etmeyi unutma.. Güvenebileceğin bir tamircinin telefonu her zaman yanında olsun..Mümkünse aynı marka otomobilin yeni modellerini satın al, böylece tamircin hep aynı kalır. Otomobilinin periyodik bakımı ile trafik ve sigorta belgelerinin tam ve eksiksiz olmasına dikkat et. Arabanının tüm emniyet ve güvenlik sistemleri tam olsa bile ayrıca alarm taktır. Hırsızı caydıracak tek şey budur. Ev yaşamında: İyi bir avukatın, elektrik tamircisinin ve su tesisatçısının adresi kolayında olsun. Sabah uyandığında yatağını mutlaka topla.İş kıyafetini çorabın da dahil olacak şekilde akşamdan hazırla, gerektiğinde çamaşır yıkamayı öğren, ancak kendi giyeceklerinin ütüsünün tamamını her zaman kendin yap. Çorba, pilav, makarna yapmayı, et terbiye etmeyi ve pişirmeyi mutlaka öğren. Evin içinde cumartesi ve pazar hariç pijama veya eşofmanla dolaşma, hatta bu günlerde bile uygun bir kıyafet giy. Eşin, akşam yemek hazırlarken mutfaktan ayrılma yardımcı ol, yemekten sonra sofrayı mutlaka sen topla. Mümkünse her yemekten ve tatlı yedikten sonra dişini fırçala, yemek aralarında yediğin aperatiflerden sonra ağzını suyla çalkala, yanında mentollü veya naneli sakızın her zaman olsun. Tatil yaparken: Tatile, sağlık ve eğitime harcayacağın paraya acıma. Her yıl yeni bir tatil yöresinde tatilini geçirmeye özen göster. Bu sana ömür boyunca kırk yada elli farklı yerde tatil yapman demektir. Sakın yazlık alma, bu senin ömür boyunca aynı yerde ve aynı zamanda tatil yapman anlamına gelir ki belli bir zaman sonra tad vermez. Ayrıca bütün yıl sabit masraflar ise işin fazladan tuzu biberi olur. Özel hayatında: Eşinle kendi aranda mesafeyi yok etme; her zaman onunda bir özel yaşamı olduğunu unutma. Ara sıra eşine sürpriz yap, eve çiçekle git, onu iyi bir restoranda mutlaka akşam yemeğine götür. Sadece; Allah'tan, evlat acısı yaşamaktan, yetim hakkı yemekten, kuru iftiraya uğramaktan, sabırlı insanın öfkesinden, korkusuz insanın cesaretinden ve kendi nefsinden kork... Ben bunların çoğunu yapamadım ama sen yap...!
BABAN

ALINTIDIR.

6 Ekim 2009 Salı

*****************************************
C.PAŞA NÖROLOJİ 98


İş ile ilim birarada?
Bizim okumuşlarımız bir alem
Kendi hesabına Kudüs
Baba hayrına Jerusalem
*******************************************************************************************
C.PAŞA HEMATOLOJİ 2005
İş ile ilim bir arada?
Bizim okumuşlarımız bir alem.
Baba hayrına Kudüs,
Kendi hesabına Jerusalem.

Yahya GÜNEŞER

**********************************************



İÜİÜİÜİÜİÜİÜİÜİÜİÜİÜİÜ


İş ile ilim bir arada?
Bizim okumuşlarımız bir alem.
Ne kendi hesabına Kudüs,
Ne de baba hayrına Jerusalem

Yahya GÜNEŞER
******************************************
.......
ÜÜÜÜÜİİİİİİİÜÜÜÜÜÜÜİİİİİİİİÜÜÜÜÜÜİİİ


İş ile ilim bir arada?
Bizim okumuşlarımız bir alem.
Hem kendi hesabına Kudüs,
Hem de baba hayrına Jerusalem

Yahya GÜNEŞER
********************************************
KÜRSÜ BAŞKANI

Deveden büyük fil varmış
Arz edilebilen hal varmış
Dalında dikenler dolu olsa da
Zirvesinde meğer bir gül varmış………
*********************************************

16 Eylül 2009 Çarşamba

insan olmak kolay önce adam olmayı öğrenmeli gerisi hikaye

12 Ağustos 2009 Çarşamba

AYDIN DIN DIN DIN DONNNN

Arkadaşlar,yurttaşlar
Ey cemaat,dindaşlar!
Gidiyor elden vatan
Gidiyor tüm kazanılan
Yerler gökler denizler,
Hesap soracak aman!
Durumlar kötü
Haller yaman!
Ortalık toz duman!
Beklemeden
Durmadan
Hemen vaziyet al!
Hemen savunmaya davran!
Gitti gider sonra bak!
Kalmaz dizlerde derman..
Ellerde ferman!
Durmaksızın
Hemen
Derhal
Ve de
Acilen
Bir çatı altında toplanmalıyız.
Sallanma hadi davran!
Böylesi bir vatanı nerede buluruz?
Gevşek durursak vallahi
Kabak gibi oyuluruz!
İçimize zaten sızmış epey düşman
Vatan millet din iman
Karışmadan sap saman
Sabahı beklemeden
Durup dinlenmeden
Hemen başlamalıyız.
Yollar uzun başarmalıyız.
Bildiğimi inandığımı
Gördüğümü söylüyorum.
Yakalardan dürtüyorum.
Bu son fırsat heeeey
Tabii ya belki de bu son fırsat!
Biliyorsunuz aynı zamanda,
Bu dönemin son yayınındayız...
İki aylık bir ara...
Dinlenmek bizim de hakkımız.
Mavi yolculuk falan
Sonra kimbilir belki
Londra maldiv frankfurt prag
Bu stress başka nasıl
Başka nasıl atılacak?yeni yayın dönemindeee
Görüşmek üzereee
Hoşçakalın!
...
Yahya GÜNEŞER.